Muhafaza“Kâr” İslamcılık
İmam Azam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafi ve İmam Ahmed
Bin Hanbel. Dört İmam olarak da bilinen bu fakihlerin dört Sünni fıkhı
mezhebinin; Hanefiliğin, Malikiliğin, Şafiliğin ve Hanbeliliğin kurucuları
olduğunu hatırlatarak başlayalım. Bu dört fakihin Sunni fikhi mezheplerinin
önderleri olmasının yanı sıra ikinci ve çok kıymetli ortak bir vasıfları da
var; yaşadıkları dönemin devletlerine ve resmi ideolojilere karşı mesafeleri.
İmam Azam Ebu Hanife,
Hanefi fıkıh ekolünün kurucusudur. Tam ismi Ebu Hanife Nu’man bin Sabit
olan bu fakih, Sunni fıkhının önemli isimlerinin ilki ve en önemlisidir. Aynı
zamanda Hanefi mezhebinin kurucusu ve isim babasıdır. Emevi ve Abbasi Devleti
dönemlerinde yaşayan Ebu Hanife yönetim anlayışlarını onaylamadığı bu
devletlerin baskılarına boyun eğmemiş, kendisine teklif edilen görevleri
devletin zulmüne bulaşmak istemediği için reddetmiş, bu yüzden hapsettirilmiş,
işkenceler görmüş ve zindanda zehirletilerek öldürülmüştür.
Zindanda iken
kendisini ziyarete gelip devlet görevini kabul etmesini telkin edenlere, “Eğer
Vali benden Vasıt Mescidi’nin kapılarını saymak gibi sıradan bir iş istesin,
yine kabul etmem. O bir insanın katline hükmedecek, ben mühür basacağım ha?
Allah’a yemin ederim ki bu mümkün değil! Bu dünyada kırbaç yemek ahirette ceza
görmekten daha iyidir.” demiştir.
İmam Malik, Maliki fıkıh ekolünün kurucusudur. Tam adı Abdillah
Malik bin Enes olan bu fakih, Maliki mezhebine ismini vermiştir. İmam
Malik’de Ebu Hanife gibi devlete karşı
mesafeli durmuş, hatta Halife Harun Reşid kendisini hilafetin merkezi Bağdat’a
çağırdığında o bu teklifi reddetmiştir. İmam Malik, tıpkı Ebu Hanife gibi devlete karşı soğuk ve
mesafeli tavrı dolayısı ile zindana atılmış, işkenceler görmüş ve hatta bu
işkenceler yüzünden kolu omzundan kırılmıştır.
İmam Şafi, Şafilik mezhebinin kurucusu ve isim babasıdır. Asıl
adı Muhammed bin İdris eş-Şafii el Kuraşi’dir. İmam Malik’in öğrencisidir.
Diğer imamların aksine bir defa devlet görevini kabul etmiş, fakat bundan
çabukça vazgeçmesini bilmiştir. Böylelikle düşüncesini resmi otoritelerin
etkisinden koruyabilmiştir. Devlet görevlerini kabul etmesine sebep olarak, çok
fazla ihtiyaç sahibi olmasını göstermiştir. Hatasından çabuk dönen İmam Şafi
sonraları hiçbir devlet görevini kabul etmemiş, bu sebeple sıkıntılar yaşamış
ve hatta bir keresinde elleri zincirli olduğu halde Bağdat’a kadar
gönderilmiştir.
Ahmed Bin Hanbel, İmam Şafi’nin öğrencisi ve Hanbeli fıkıh
ekolünün kurucusudur. İslam devletinin sınırlarının genişlemesi, fıkhi
konularda çoğalan sorular ve fikir ayrılıklarının artması üzerine, bazı
noktalarda Kuran’ın dışında aklın da kullanımını savunanlara karşı çıkışı
nedeni ile Vahhabilik ve Selefilik akımlarına kaynaklık ettiği söylenir. İmam
Ahmed’de resmi sistemin zulmüne ortak olmamak için devlet görevlerini ısrarla
reddetmiş, bu yüzden işkenceler görmüş ve gördüğü işkenceler neticesinde vefat
etmiştir.
Tarih bize, Sunni İslam’ın dört büyük fakihinin bilinçli
olarak devlete mesafeli durduğunu, dönemlerinin resmi ideolojisine prim vermediğini
ve bu yüzden işkenceye uğradıklarını gösteriyor. Ancak bugünkü Sunni İslam
pratiği bırakın devletlere ve onların zulümlerine mesafeli durmayı, bizzat
devlet mekanizması ile işbirliği içinde zulmün kendisine kaynaklık eder
durumda. Peki ama neden zulme direnen, devletle ilişkilendirilmeyi; kadılık vs
gibi devlet görevini ısrarla reddeden ve bu tavrı sebebi ile zulme ve işkenceye
uğrayıp öldürülen Ebu Hanife ve diğerlerinin siyasal duruşları, ehli sünnette
hakim bir siyasi ve İslami bir kod haline gelmemiştir?
Bu soruya, Pakistan’da Cemaati İslami’yi kuran ve ölene
kadar liderliğini yürüten siyasal İslam’ın en önemli figürlerinden olan
Mevdudi’nin ilk müceddidlerden biri olarak kabul ettiği Ömer Bin Abdülaziz, “Bu
ümmet; Rabbi, Peygamber’i ve Kitab’ı konusunda ihtilafa düşmez. İhtilaflar ise
hep mal ve makam için oldu” diyerek cevap verir.
Türkiye uzun yıllardır İslam’ı referans aldıklarını ifade
eden hükümetler tarafından yönetilmekte. Türkiye nüfusunun önemli bir kısmı ile
birlikte hükümet edenlerin tamamının referansın kaynağının Sunni İslam fıkhının
Hanefi ekolüne dayandığını ancak Ebu Hanife’nin aksine ona intisap eden İslamcıların “iktidarcı bir İslamcılığa”, ırkçılığa,
kabileciliğe, yönetimde keyfiliğe göz yuman, görmezden gelen bir anlayışa
teslim olduğunu görüyoruz. ‘İslam’cılığını iktidarcılığın yedeğine bağlamış
olmanın verdiği ‘hız’ ile madde dünyasında aldığı mesafe, bu dünyanın cennetini
keşfetmiş, materyalizmin tüm imkânlarını tepe tepe kullanıyor olmakla aldığı
‘haz’, bir zamanlar kendisi ile aynı
mahalleden olan iktidarla, ‘çevre’den devletin ‘merkez’ine taşınan İslamcılıktan
geriye; ahlak, değer, adalet ve hakkaniyetten yoksun, bencil, bireyci yeri
geldiğinde ırkçı, kabileci, devletçi, mazluma kör bir ideoloji kalmıştır. Bu
ideoloji; mazluma, adalete, eşitliğe, özgürlüğe, hakka, halka, hukuka, inanca;
asgari ücrete, emekli maaşına, sigortasız, sendikasız ve güvencesiz çalışmaya,
tazminatsız işten atmaya, iş cinayetlerine; ana dilinde konuşmaya, ana dilinde
eğitim görmeye, ana dilinde ibadet etmeye, din ve vicdan hürriyetine;
demokrasiye, çocuk haklarına, hayvan haklarına, insana ve insan haklarına;
Şırnak’a, Sur’a, Cizre’ye, Yemen’e; Soma’ya, Ermenek’e, Davutpaşa’ya, Torunlara
kör, ama ihale takipçiliğine, komisyonculuğa, milyonluk iş takipçiliğine, imar
rantlarına, haksız ticarete, spekülatif kazançlara, devlet kaynaklarını eşe
dosta tahsise, fakirden alıp zengine vermeye, istifçiye, torpile, adam
kayırmaya, açlıkla terbiye etmeye, Bakara makaraya, 4X4 ciplere, rezidans
dairelerine, israfın mabetlerine, beş yıldızlı iftarlara, ipek seccadelere, yılda
birkaç kez tekrarlanan reklam kokan umre seyahatlerine, TV’lerde milyonlarca
liralık kontratlar karşılığında verilen ‘Dinimiz İslam’ temalı talk showlara,
ulemaya tahsis edilen milyonluk zırhlı Mercedes’lere, tacizciyi tecavüzcüyü
aklamaya, ırkçılığa, kabileciliğe, çocuk gelinlere; Halep’e, İdlib’e, Hama’ya;
Nusra’ya, İşid’e açık bir ideolojidir.
Sözü Ümit KIVANÇ’ın “Beton Mikserinin Şoförü İnanıyor Olabilir”
adlı yazısından bir paragraf ile
noktalayalım;
“ Bunlar seçerler,
ayıklarlar, plan yaparlar, hedef tarif ederler, hedefe koyarlar, öldürürler,
hapse atarlar, işten atarlar. Bakmayın bugün her işin salayla, duayla
yapıldığına. Tapınılan Allah değildir. Devlettir. Ve şüphesiz şunu eklemezsek
eksik kalır: Muktedirliktir”